Yazılar

VİTAMİNLERİN YAŞAMIMIZDAKİ YERLERİ

VİTAMİNLERİN YAŞAMIMIZDAKİ YERLERİVitaminler hücrelerimizin faaliyetleri için çok az miktarları yeterli olan, eksikliklerinde ise bazı sorunlara neden olan organik bileşiklerdir.Vücudumuzda ya hiç üretilmedikleri yada yeterli miktarda üretilemedikleri için besinlerle dışarıdan sağlanmaları gerekir.Sağlıklı vücut gelişimi, sindirim fonksiyonları, bağışıklık sisteminin enfeksiyonlarla savaşması açısından gereklidirler.Ayrıca protein, yağ ve karbonhidratların kullanılmasını da sağlarlar.Vitaminler vücutta yakılmazlar, yani vitaminlerden enerji (kalori) alınmaz.

Vücudun normal çalışması için vitaminlere ihtiyacımız olduğu gerçektir.Ancak vitaminler enerji kaynağı değillerdir.Yediğimiz besinlerden alınan besin ögeleridir.Uygun ve sağlıklı bir beslenme vücudun vitamin ihtiyacını karşılar.

Günümüzde insanların çoğu dengeli ve yeterli beslenmesine rağmen vücutlarının vitamin almadığı düşüncesiyle ilave vitamin kullanmaktadır.Oysa sağlıklı beslenen kişilerde yüksek dozda ek vitamin alımı yararsız ve tehlikelidir.Buna ilaveten bir vitaminin aşırı alımı başka bir vitaminin görevini ters etkileyebilir.Örneğin yüksek dozda E vitamininin K vitamini eksikliğine yol açarak kanamalara sebep olması.

Vitaminlerin aşırı alımıyla vücudumuzda oluşabilecek bazı sorunlar, bu bileşiklerin bazılarının yağda eriyen özellikte olmalarından kaynaklanır.Yağda eriyen vitaminler A,D,E,K vitaminleridir.Pişirmeye dayanıklı olan bu vitaminler yağlarla emilirler, lenf dolaşımıyla atılırlar ve fazla alındıklarında karaciğerde depolanırlar.Balık, tereyağı,yumurta,süt,peynir,havuç,yapraklı sebzeler,domates,kayısı,muz ve patates A vitamininden zengindirler.Beslenmede yağın az yada hiç olmaması bu vitaminlerin eksikliğine yol açar.

A vitamini, fazlalığı bulanık görme, karaciğer bozuklukları, kemik hastalıkları, akciğer kanseri riskinde artışa sebep olurken,eksikliği ise enfeksiyon riskinde ve bazı göz hastalıklarının görülme sıklığında artışa sebep olur.

D vitamini, güneş ışınlarıyla deride sentezlenir.Kandaki kalsiyum düzenini ayarlar ve hücre gelişiminde rol oynar.Yumurta sarısı,süt,tereyağı,hayvan karaciğeri doğal kaynaklardır.Yeterli güneş ışığı alanlarda başka bir rahatsızlık yoksa D vitamini eksikliği olmaz.Fazla alındığında yumuşak dokularda kireç oluşumu, böbrek taşı ve damar sertliğine sebep olur.

E vitamini, antioksidandır ve hücre harabiyetini ve yaşlanmasını durdurur.Kalp hastalıkları riskini azaltır.Sıvı yağlar,tavuk,yumurta,kırmızı et,tahıl,sebze ve meyveler doğal kaynaklardır.Yüksek doz alımı K vitamini eksikliğine yol açar.

K vitamini, kanın pıhtılaşması ve kemik oluşumunda rolü vardır.Yoğurt ve kefir bağırsaklarda bakterilerin K vitamini üretimini artırır.Karaciğer,peynir,marul,lahana ve yeşil çay doğal kaynaklarıdır.Eksikliği nadir görülür, kanamaya eğilim artar.

Suda eriyen vitaminler B (B1,B2,B3,B5,B6,B7(biotin),folik asit,choline,B12) ve C vitaminleridir.Bu vitaminler pişirmeyle bozulurlar.

B ve C vitaminlerinin vücutta birikimleri çok nadirdir.İdrar yolu ile atılırlar depolanmaları az olduğu için gereksinim fazladır.Özellikle B vitamini eksikliğine sık rastlanmaktadır.Vitamin B12 dışındaki B vitamini eksiklerinin belirtileri bazen birkaç günde ortaya çıkar.B12 vitamin deposu ise kişiye bir yıldan uzun süre yeterli olmaktadır.C vitamini eksikliğinin belirtileri birkaç haftada ortaya çıkmaktadır.

VİTAMİNLERİN YAŞAMIMIZDAKİ YERLERİ .   B grubu vitaminler hububat, kuruyemiş, baklagiller ,süt ,yumurta ,peynir karaciğer et,yeşil sebzelerde bulunurlar.Eksikliklerinde kan hastalıkları (anemi) ve bazı nörolojik hastalıklıkların görülme sıklığı artar.C vitamininden zengin besinler;turunçgiller,kivi ve çilek başta olmak üzere taze meyve ve sebzelerdir.C vitamini güçlü bir antioksidan olup, bağışıklık sisteminin çalışmasında rol oynar.Eksikliğinde skorpit hastalığı, fazlalığında ise ishal, karın ağrısı, böbrek taşı oluşumu görülebilir.

Günümüzde yorgunluk,iştahsızlık,uykusuzluk,kilo kaybı gibi semptomları olan bazı bireyler ilave vitamin kullanmaktadırlar.Bu durum çok kez bazı hastalıkların teşhis ve tedavilerinin gecikmesine neden olmaktadır.

*Enfeksiyon hastalıkları (Viral hepatitler,Tüberküloz,AIDS,Mononükleoz,Brusellia)

*Tiroid bezi hastalıkları

*Diyabet (şeker hastalığı) ve hipoglisemiler

*Böbreküstü bezi bozuklukları

*Hipofiz bezi bozuklukları

*Kan hastalıkları (kansızlık,kan kanseri)

*Kronik böbrek hastalıkları

*Kronik karaciğer hastalıkları

*Kanserler (özellikle lenfoma)

*Kalp hastalıkları

*Sinir sistemi hastalıkları

*Psikiyatrik hastalıklar (depresyon,anorexia nervoza)

*İlaç etkileşimleri ve ilaç yan etkileri

Sonuç olarak hekim tarafından önerilmedikçe yüksek dozlarda vitamin kullanımı ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmekte ve birtakım hastalıkların teşhis ve tedavilerini geciktirmektedir.Vücutta eksiklik veya hastalık yoksa yüksek dozda vitamin almanın gereği yoktur.

OSTEOPOROZ VE ÖNEMİ

Kemikler, kasları yapısal olarak destekleyen, hayati organları koruyan ve hücrelerin çalışması için gerekli olan kalsiyumun büyük bir kısmını (% 99) depolayan yapılardır. Kemik bütünlüğünün bozulması ve özellikle kemiklerdeki kalsiyum kaybının artarak kemiklerin zayıflaması sonucunda  kolaylıkla kırılabilir hale gelmesi ile oluşan iskelet sistemi hastalığına OSTEOPOROZ ( kemik erimesi) denir.

OSTEOPOROZ VE ÖNEMİOsteoporoz, her iki cinsi  ve tüm ırkları etkileyen ve sıklığı gittikçe artan, önemli mali yük getiren bir sağlık sorunudur. Yaş ile görülme sıklığı giderek artan osteoporoz, yaşlanmanın doğal bir sürecidir.Yaşla birlikte bağırsaklardan kalsiyum emilimindeki azalma, yetersiz kalsiyum alımı, deride D vitaminin sentezinin azalması,D vitamininin böbreklerde aktif formuna dönüşümünde azalma, menopozla birlikte azalan östrojen seviyeleri kemik erimesine sebep olmaktadır.

Yaş ile birlikte cinsiyet te önemlidir. Erkeklerde osteoporoz görülme sıklığı % 12.1 iken, kadınlarda %57 olarak bulunmuştur. Daha az olarak erkeklerde görülen osteoporozdan sıklıkla ikincil nedenler sorumludur: Kortizonlu ilaç kullanımı , aşırı alkol tüketimi,  seks hormonlarının azalması, sigara kullanımı, ailede osteoporoz öyküsü, D vitamini eksikliği, tiroid ve paratiroid bezinin aşırı faaliyeti, romatolojik hastalıklar, Diyabet, kemik iliği kanserleri.

Erkek osteoporozunun %40’ında bir sebep bulunamaz ve bu olgular primer (birincil) osteoporoz olarak kabul edilir.

Irksal özellikler: Siyah kadınlarda hastalığın görülme sıklığı %30 -40 daha düşüktür, kemik kaybı daha yavaştır.Ayrıca toplumlar arasında farklılıklar gözlenmektedir.Şehir toplumlarında kırsal bölgelere göre daha fazladır. Bunun önemli nedenleri  ; şehir insanın aktivitesindeki azalma, düşme ve travma sıklığında artış ve beslenme koşullarıdır.

Osteoporoz kemik kırığı olana kadar sesiz seyreder ve belirti vermez. En korkulan sonucu  kemik kırığıdır. Tüm kemiklerde kırık olabilmektedir.Fakat  en sık omurga, kalça, ve el bileğinde kırık gözlenir.Omurga kırıkları hafif bir yük kaldırma, eğilme, şiddetli öksürme gibi günlük aktiviteler ile görülebilir.Kalça kırıkları ise sıklıkla düşme sonucu gelişir. Kalça kırığına ikincil ortaya çıkan akciğer embolisi ve hastane enfeksiyonları ölüm riskini arttırmaktadır.Kalça kırığı gelişen hastaların üçte biri kalan yaşamını bağımlı olarak geçirmek zorunda kalır.

Kırığı etkileyen nedenler:  Osteoporotik kırıkların oluşumunda tek sebep azalmış kemik yoğunluğu değildir. Birçok farktör rol oynamaktadır: Anne karnından itibaren çocuklukta ve büyüme çağında kalsiyumdan fakir beslenme, genetik faktörler ( vitamin D reseptörleri ve kemik kollajen yapısı), fiziksel aktivite azlığı, sigara kullanımı,aşırı alkol tüketimi,kortizonlu ilaç kullanımı, güneş ışığından mahrum kalmak ve aşırı zayıflık olarak sayılabilir.

Kemik gelişiminde çevresel faktörlerden en önemlileri kalsiyum tüketimi ve egzersizdir. Büyümenin hızlı olduğu yıllarda, gebelikte ve emzirme döneminde kalsiyum gereksinimi en fazladır.Doruk kemik kitlesine ulaştıktan sonra kemik mineral yoğunluğu her iki cinste bir süre korunur. 35 – 45 yaşları arasında azalmaya başlar. Adet kanamaları kesildikten sonra kemik kaybı yaklaşık yedi kat artar.

Tanı: Osteoporoz  tanısı muayene yada radyolojik (röntgen ile) olarak doğrulanan osteoporotik kırık varlığında veya kemik mineral yoğunluğu (BMD) ölçümü ile konur. Tanı sonrası, kemik erimesi (osteoporoz) dışında kemik kaybı ve kırığa yol açan  diğer sistemik hastalıkların  mutlaka araştırılması gereklidir.

Osteoporoz için kimler risk altında?

  • 45 yaş öncesi doğal ya da cerrahi menopoza giren bayanlar,
  • 16 yaşından sonra adet görenler,
  • İleri yaş, kadın cinsiyet,
  • Zayıf yapılı ve beyaz tenli bireyler,
  • Ebeveynlerde osteoporoza bağlı kırık saptanlar ( özellikle kalça kırığı),
  • Sigara tüketenler,
  • Fazla alkol tüketenler,
  • Kalsiyum ve D vitamininden fakir beslenenler,
  • Aşırı kafein ( kahve ve kolalı içecekler) tüketenler,
  • Egzersiz yapmayan hareketsiz bireyler,
  • Azalmış testesteron seviyesi saptanan erkekler,
  • Kemik yıkımını hızlandıran ilaçları (kortizon, Lityum, tiroid hormonu, epilepsi ilaçları heparin türevleri) kullanan kişiler,
  • Romatolojik hastalıklar (Lupus , Romatoid artrit) ,
  • Kronik böbrek hastalıkları,
  • Sindirim sistemi hastalığı olanlar ( kolit ve ince bağirsak hastalığı),
  • Tiroid bezinin aşırı çalıştığı hastalar,
  • Paratiroid bezinin aşırı çalıştığı hastalar,
  • Tip -1 Diyabetli hastalar,
  • Böbrek üstü bezi aşırı çalışan hastalar,
  • Bazı kanser hastaları ( Multiple myelom ve metastaz yapan meme ve akciğer tümörleri)

     Günümüzde dünyada 200 milyon osteoporozlu kadın olduğu öngörülmektedir. Bu hastalık nedeniyle oluşan kırık olgularına yönelik sağlık harcamaları ve işgücü kaybı, hastalığın kırık oluşmadan erken teşhisini ve önlenmesini ön plana çıkarmaktadır.

Kemikleri güçlü tutabilmek ve osteoporoz riskini azaltabilmek için çocukluktan başlayarak her gün düzenli olarak besinlerimizle kalsiyum, gün ışığından veya uygun kaynaklardan D vitamini alınması gereklidir.

Kemik sağlığı için gerekli kalsiyum, süt ve süt ürünleri tüketilmeden sağlanamaz.Bu ürünler aynı zamanda kalsiyumun en iyi kullanımı için gerekli fosfor, magnezyum, çinko, protein ve B grubu vitaminleri de içermektedir.

OSTEOPOROZ VE ÖNEMİ   Kalsiyumun bağırsaklardan emilip kemiklerimizde depolanmasında D vitamininin önemi büyüktür.Günlük D vitamininin çoğunun( % 85) güneş ışığından alındığı unutulmamalıdır. Doğal gıda kaynakları arasında D vitamini bakımından zengin olanlar uskumru, somon, sardalye, palamut gibi yağlı balıklar, dana ciğeri ve yumurta sarısıdır. Ayrıca kemik sağlığı için  yeterli ve dengeli protein tüketimi de önemlidir.

 

Egzersizin önemi: Her yaşta hem osteoporozdan korunmak, hem de genel sağlığa olumlu etkilerinden dolayı düzenli egzersiz yapmak önemlidir. Ağırlık egzersizleri, yürüme, jogging, dans, tenis ve merdiven çıkma egzersizleri önerilmektedir. İdeal olan haftada en az 3-4 defa egzersiz yapılmasıdır. Ancak ,  egzersiz programından önce bireylerin doktor kontrolünden geçmeleri önemlidir.

OBEZİTE (ŞİŞMANLIK)

 OBEZİTE (ŞİŞMANLIK) Obezite,vücuttafazla miktarda yağ dokusu bulunmasıdır.Ortalama insan ömrünün çok uzun olmadığı dönemlerde obezite güç ve sağlık göstergesi iken günümüzde tedavisi gerekli bir hastalık olarak kabul edilmektedir.Vücut yağ oranları erkeklerde ağırlığın %15-18’ini, kadınlarda ise %20-25’ini oluşturur.Erkeklerde bu oran %25’i , kadınlarda ise %35’i geçerse şişmanlık oluşur.

Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada obezite görülme sıklığı giderek artmaktadır.Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 1995-2000 yılları arasında dünyada obezitenin %50 artarak 300 milyona ulaştığını ve mutlaka tedavi edilmesi gereken kronik bir hastalık olduğunu ilan etmiştir.

Ülkemizde şişmanlık, gelişmiş batı ülkelerinden geri kalmamakta,özellikle kadınlarda %30 gibi yüksek bir yüzde ile görülmektedir.Türkiyede yapılan bir çok çalışma sonucu değerlendirildiğinde her üç kadından biri ve her beş erkekten biri şişmandır.Genel obezite sıklığı ise %25’tir.ABD’de bu rakam %33’tür.

 Kimlerde şişmanlık daha sıktır?

 *Endüstrileşmiş, gelişmiş ülkelerde yaşayanlarda daha  sıktır.

*Şehirlerde yaşayanlarda daha sıktır.

*Kadınlarda erkeklere göre daha sıktır.

*Yaşla azalan metabolizma hızı obeziteyi artırır. Fakat günümüzde çocuklarda ve adolesanlarda şişmanlık giderek artmaktadır.

*Yeterli fiziksel aktivitede bulunmayanlarda sıktır.

*Düzensiz ve yüksek kalorili beslenen bireylerde (özellikle fast-food beslenenlerde)

*Eğitim düzeyi ve gelir azaldıkça obezite artmaktadır.

*Evlilik sonrası obezite artar.

*Alkol tüketimi obeziteyi artırır.

*Sigaranın bırakılması sonrası kilo artışı olabilmektedir.

   Neden şişmanlıyoruz ?

OBEZİTE (ŞİŞMANLIK)Harcadığımızdan fazla kalori aldığımızda fazla enerji vücudumuzda yağ olarak depolanır ve şişmanlarız.Şişmanlığın oluşumunda başlıca neden hareketsizlik ve aşırı kalori alımı olmakla birlikte genetikve çevresel faktörlerin,psikolojik durumun,bazı hastalıkların da önemli etkileri vardır:

*Alınan bazı ilaçlar:Kortizoniçerikli ilaçlar, psikiyatride kullanılan antideprasan ve antipsikotik ilaçlar, doğum kontrol hapları

*Hormonal hastalıklar:

a)Cushing sendromu (böbreküstü bezinin aşırı faaliyeti)

b)Hipotiroidi (tiroid bezinin yetersiz çalışması)

c)Polikistikover sendromu (kadınlarda yumurtalık kisti)

d)Büyüme hormonu yetersizliği

e)Hipogonadizm (seks hormon azlığı)

Şişmanlıkta kalıtımın (genetiğin) rolü

  Yapılan çalışmalar şişmanlık oluşumunda kalıtımsal faktörlerin %25-40 oranında rol oynadığını göstermiştir.Şişman kişilerin çocuklarında obezite riski 2-3 kat fazladır.Anne ve babanın ikiside şişman ise çocuklarının %80’inde erişkin yaşta şişmanlık gelişir.Çocukluk çağında fazla kilolu olan çocukların yarısının erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski vardır.

 Obezite tedavi edilmezse ne olur ?

Şişmanlık başta,  şeker hastalığı (diyabet), kalp hastalığı, yüksek tansiyon ve inme dahil pek çok ağır  hastalığa sebep olur.Örneğin 6-8kg’lık kilo artışı, kilo almayan kişilere göre şeker hastalığı riskini iki kat artırmaktadır.Ayrıca obezite; meme,rahim,prostat,safra kesesi ve kolon (kalın bağırsak) kanserleri,reflü,uyku apnesi,eklem kireçlenmeleri,venöz yetmezlik (varisler),adet  düzensizliklerine ve psikolojik bozukluklara yol açmaktadır.

 Kimlere obez (şişman) diyoruz ?

Obezite tanısında pek çok yöntem olmasına rağmen beden kitle indexi (BKİ) ve bel çevresi ölçümü tanı için yeterlidir.

BKİ;

Kilogram cinsinden vücut ağırlığının, boyun metre cinsinden karesine bölünmesi ile hesaplanır.

kg / boy(m2)  ———>> Beden kitle indexi

Obezite,

18,5 – 24,9 kg/m2  ise NORMAL

25    –  30   kg/m2  ise AŞIRI KİLOLU

>  30    kg/m2  ise  ŞİŞMAN (OBEZ)

>  40    kg/m2  ise MORBİD OBEZ (ÖLÜMCÜL ŞİŞMAN) olarak sınıflandırılır.

BKİ’nin önemli bir eksikliği, obezitenin çok önemli komplikasyonlarıyla ilişkili olan vücut yağ dağılımı hakkında fikir vermemesidir.Yağların karın ve iç organlarda toplandığı şişmanlığa elma tipi şişmanlık diyoruz.Bu kişilerde vücudun üst yarısı şişmandır.Yağlar kalça ve uylukta toplanıyorsa armut tipi şişmanlık diyoruz.Elma tipi şişmanlık sağlık açısından daha tehlikelidir.Bu bireylerde kalp hastalıkları, şeker hastalığı ve kan yağlarında yükseklik daha çok görülür ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir.Bu nedenle vücut  yağ dağılımını yansıtan belirteçlerden bel kalça oranı ve bel çevresi çok yaygın kullanılmaktadır.Bel kalça oranı(BKO)nın kadınlarda 0,9 erkeklerde ise 1’in üzerinde olması durumunda elma tipi şişmanlığa işaret eder.

BEL ÇEVRENİZİ ÖLÇÜNÜZ

Göbek hizasından yapılan bel ölçümü erkeklerde 102cm, kadınlarda 88cm’den fazla olursa diyabet(şeker hastalığı),kalp hastalıkları açısından risk artmış anlamına gelmektedir.

Hem şişmanlığa neden olan hastalıkların ortaya çıkarılması hem de şişmanlığın yol açtığı hastalıkların saptanması açısından obezite tedavisinin beslenme uzmanları ve hekimlerin işbirliği ile düzenlenmesi gerekmektedir.

 

MİDENİZİN GİZLİ DÜŞMANI HELİKOBAKTER PİLORİ

İlkez 1982 ‘de keşfedilen   Helikobakter  pilori isimli bakteri, insan mide ve on iki parmak bağırsağında çeşitli hastalıklara yol açan bir mikroorganizmadır. Temiz olmayan yemek ve sularla (özellikle şehir şebeke suları) , kötü çevre koşulları,   enfeksiyonlu    bireyin  tükrük ve mide salgıları ile (örneğin kirli endoskoplar) , bakterinin bulaşıcılığı artmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde görülme sıklığı %20-50 iken, Ülkemizde her yüz kişinin %70-90’ında bu bakteri bulunmaktadır.

Helikobakter pilori, spiral şekilli ,  düşük oranda oksijen bulunan ortamlarda üreyebilen, salgıladığı enzimlerle, kendisine yaşama ortamı yaratan ve bulunduğu dokuda hastalık oluşturan bir mikroorganizmadır.   Mide ve- veya onikiparmak bağırsağına yerleşerek hastalık oluşturur. Salgıladığı  üreaz enzimi ile bazik bir ortam yaratarak Mide asidinden kendisini korur, proteaz ve sitotoksinlerle de doku hasarını başlatır.

MİDENİZİN GİZLİ DÜŞMANI HELİKOBAKTER PİLORİ       MİDE :  Büyük miktar yiyeceğin geçici olarak depolandığı , 1,5 – 4 litreye kadar sıvı tutabilen yiyeceklerin fiziksel ve kimyasal olarak parçalandığı bir organdır.Mide ve duodenum  (onikiparmak bağırsağı) iç yüzü  mukoza isimli bir örtüyle kaplıdır. Bu örtü sindirim sıvıları, hormonlar, hidroklorik asit,  mukus salgılayan hücreleri içerir. Helikobakter pilori bakterisi bu örtüdeki hücreler ile mukus salgısı arasına yerleşerek bazı enzimatik faaliyetler ile bulunduğu yerde  yangı (iltihap) oluşturarak mukoza bütünlüğünü bozar ve hastalık   oluşturur. Eğer yangı mide iç yüzünde ise gastrit, duodenum (onikiparmak bağırsağı) iç yüzünde ise duodenit (oniki parmak bağırsağında iltihap) oluşturur.

Bakteri hemen her zaman gastrit oluşturur. Bakteriyi taşıyanların %15’inde ise ülser (mide veya onikiparmak bağırsağında) oluşur. Özellikle çok fazla ağrı kesici, antiromatizmal ilaç, kan sulandırıcı ilaçlar ve kortizon  kullananlarda Helikobakter pilori bakterisi ülserin büyümesi ve ülsere bağlı kanamaların artışına sebep olmaktadır.

Helikobakter  pilori Dünya Sağlık örgütü tarafından 1994 ‘de mide kanseri için birinci derecede kanserojen olarak ilan edilmiştir. Mide kanseri, en sık görülen 4. kanser türüdür ve dünyada kanserden ölüm nedenleri içinde 2. sırada yer almaktadır. Mide lenfomaları da bu bakterinin sebep olduğu hastalıklar içinde yer almaktadır.

Helikobakter pilori , gastrit, ülser ve mide kanserleri  dışında aşağıdaki rahatsızlıklara da sebep olmaktadır:

  • Demir ve vitamin B12 eksikliği ve kansızlık
  • Kötü ağız kokusu.
  • Bazı cilt hastalıkları.
  • ITP ( idiopatik trombositopenik purpura) isimli kan hastalığı.
  • Ateroskleroz (damar sertliği)

Bakterinin midede kalış süresi uzadıkça , ilerleyen yıllarda bireyde hastalık görülme olsaılığı artmaktadır.Çocukluk yaşlarda bu bakterinin vücuda alınıp alınmadığına dikkat edilmeli ve mutlaka tam olarak tedavisi yapılmalıdır.

Bakteri nasıl tespit edilir ?

Karın üst kısmında rahatsızlık, yemek sonrası şişkinlik, gaz, bulantı, ağıza acı su gelmesi,şeklinde tarif edilen dispepsi varlığında , tıbbi muayene sonrası, pratik olarak nefes testi  veya dışkıda bakteri Antijen testi ile tespit edilir.Ayrıca endoskopik (gastroduodenoskopi) inceleme sırasında alınan doku örneklerinde de bakteri tespit edilmektedir.

Helikobakter pilori bakterisinin sebep olduğu hastalıklar içinde en önemlisi mide kanseridir. Mide kanseri için birinci derecede kanserojen Helikobakter  pilori olmakla beraber ayrıca ;

  • Tuzlu gıda tüketimi, ızgara et tüketimi, çiğ et, tütsülenmiş et tüketimi, sebze ve meyvenin az tüketilmesi ,
  • Daha önce midede ülser ve-veya polip saptanmış olması,
  • Pernisiyoz anemi (Atrofik gastrit zemininde gelişen B12 eksikliğine bağlı kansızlık),
  • A (+) kan grubuna sahip olmak,
  • Bazı genetik özellikler (BRCA1 -BRCA2 gen mutasyonları),
  • Birinci derecede akrabalarda mide kanseri görülmesi,
  • Sigara (günde 10 adet ve üstü)içilmesi,
  • Alkol tüketimi

mide kanserine yakalanma riskini arttırır.

 

Mide kanserleri çoğu kez erken evrede hiçbir semptom vermezler. Karın ağrısı, şişkinlik, iştahsızlık,kilo kaybı,erken doyma,kusma kansızlık, (özellikle erkekte demir eksikliği)ve yorgunluk şikayetleri ile başvurulduğunda hastalık ilerlemiş olmaktadır.

Kanserden nasıl  korunabilirsiniz?

  • Sigara ve alkol tüketiminizi sınırlandırın.
  • Katkı maddeli gıdaların tüketimini azaltın.
  • Hayvansal yağ ve kırmızı et tüketiminizi sınırlandırın.
  • Mutlaka düzenli egzersiz yapın.
  • Stresten ve aşırı yorgunluktan kaçının.
  • Günde 5-7 porsiyon taze sebze ve meyve tüketin.
  • Özellikle C ve D vitamininden zengin gıdaları sofranızdan eksik etmeyin (süt ürünleri,özellikle yoğurt, turunçgiller,kivi, brokoli).
  • Omega – 3’den zengin gıdaları ,(balık, ceviz,keten tohumu) haftada 3-4 defa tüketin.

UNUTMAYIN ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIR . DÜZENLİ KONTROLLERDEN KAÇMAYIN.

KARIN AĞRISINI DİKKATE ALIN…

Ağrı, toplumumuzda en çok rastlanan şikayetlerden biri olup, KARIN AĞRILARI da herkesin yaşamı boyunca en az bir kez karşılaştığı bir durumdur. Doktora müracaat sıralamasına bakarsak, karın ağrısı ilk sırada yer almaktadır.

Karın ağrısı, süregelen organik veya fonksiyonel (işlevsel) bir bozukluğun habercisi olarak ortaya çıkan bir belirtidir. Çocuklarda ve yetişkinlerde karın ağrısına sebep olan hastalıklar farklılık gösterir.

karın ağrısı  Yetişkinlerde karın ağrısı şikâyeti değerlendirilirken, hastanın yaşı, ağrının süresi, yeri, şiddeti, eşlik eden diğer semptomlar ve hastanın sigara, alkol alışkanlığı, kullandığı ilaçlar (özellikle kan sulandırıcı ilaçların yolaçabileceği karın içi kanama), geçirdiği ameliyatlar, kronik bir hastalığı ( diyabet, hipertansiyon, dolaşım bozukluğu, karaciğer ve böbrek rahatsızlığı) olup olmadığı, birinci derece akrabalarda mevcut hastalıklar (örnek:Ailevi  Akdeniz Ateşi, sindirim sistemi kanserleri, rahim ve over kanserleri)  mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Detaylı muayene sonrası Tam Kan Sayımı, idrar tetkiki, dışkıda parazit ve gizli kan incelemeleri, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, ultrasonografi, elektrokardiyografi ve gereğinde kolonoskopi ve gastroskopi tetkikleri ile değerlendirilerek karın ağrısına neden olan hastalıklar tespit edilmektedir.

Karın ağrısı haftalar ve aylardır sürüyorsa , tekrarlıyorsa, şiddeti artıyorsa ve devamlılık gösteriyor ise KRONİK özelliktedir ve mutlaka detaylı incelenmelidir. Kronik karın ağrısına sebep olan hastalıkları sıralandırırsak;

  • Peptik ülser hastalığı
  • Mide kanserleri
  • Safra kesesi ve safra yolları hastalıkları
  • Karaciğer tümörleri
  • Pankreas hastalıkları (pankreas bezi iltihabi hastalıkları ve tümörleri)
  • İrritabl kolon sendromu (spastik kolon)
  • Kolon (kalın bağırsak) kanserleri
  • İnce bağırsak hastalıkları (enfeksiyon ve tümörleri)
  • Kronik bağırsak tıkanıkları
  • Tüberküloz peritonit (karın zarının tüberkülozu)
  • Böbrek tümörleri
  • Bağ dokusu hastalıklarında oluşan vaskulit (damar iltihabı)
  • Rahim ve yumurtalıkların enfeksiyon, kist ve tümörleri
  • Kurşun zehirlenmesi
  • Porfiri
  • Ailevi Akdeniz ateşi
  • Erkek üreme organlarının enfeksiyon ve tümörleri
  • Bağırsak parazitleri

Aniden yani, 6 saat içinde başlayan karın ağrısı AKUT özelliktedir ve birçok hastalığın belirtisi olabilir:

  • Akut gastroenterit (Viral veya bakteriyel bağırsak enfeksiyonları)
  • Akut apandisit
  • Akut kolesistit (Safra kesesinin iltihabı hastalığı)
  • Akut divertikülit (bağırsak duvarındaki keseciklerin iltihaplanması)
  • Akut pankreatit (pankreasın iltihabı hastalığı)
  • Akut bağırsak tıkanıklıkları
  • Peptik ülsere bağlı mide veya oniki parmak bağırsağının delinmesi
  • Yaşlı hastalarda karın şah damarının yırtılması ( aort diseksiyonu)
  • Böbrek veya idrar yollarında taş, enfeksiyon
  • Şeker hastalarında ketoasidoz gelişmesi durumu
  • Fıtık boğulması
  • Zona

Sadece karın boşluğundaki organlar değil akciğer iltihapları (zatüre), akciğer zarı iltihapları, kaburga kırıkları ve kalp krizleri de karın ağrısı yaratabilmektedir.

Karın ağrısı olan kişiler hangi durumlarda doktora başvurmalı?

  • Ani çıkan, şiddeti artan, tekrarlayıcı ve devamlı ağrılar
  • Ağrı ile birlikte nefeste kesilme, bayılma hissi, kusma ve yüksek ateş olması durumunda
  • Dışkıda kan görülmesi
  • Karında ağrılı bölgeye dokunulduğunda hassasiyet hissedilmesi
  • Karında gerginlik ve şişme olması, gaz ve dışkı çıkarmada güçlük

 

Farklı birçok hastalık karın ağrılarına sebep olabileceği için bilinçsiz bir şekilde ilaç almamak gerekiyor. Özellikle AĞRI KESİCİ İLAÇLARIN kullanılması hekim teşhisini zorlaştırmaktadır ve bazen ölümcül sonuçlara da yol açabilmektedir.

 

İSTENMEYEN KİLO KAYBI

Kilogram cinsinden vücut ağırlığının, boyun  metre cinsinden karesine bölünmesi ile hesaplanan beden kitle indexi  (BKİ)  ölçümü, kişinin kilo durumunun belirleyicisidir.

Kişinin  BKİ :  18,5-24,9 kg /m2  ise normal kilolu kabul edilmektedir.

 

İSTENMEYEN KİLO KAYBI Zayıflama (kilo kaybı), istenen bir durum olmakla birlikte istem dışı devam ettiği zaman mutlaka detaylı incelenmesi gereken bir belirtidir . Normal insanlarda kilo, uzun süre sabit kalır çünkü beynimizin hipotalamus adlı bölgesi enerji kazancı  ve enerji tüketimini dengede tutar.

Son altı ay içinde vücut ağırlığının % 5’ ten fazla azalması (zayıflama diyeti yapan kişilerdeki hariç) ileri tetkik ve değerlendirme gereken bir durumdur.

Bireylerde kilo kaybının gerçekten oluştuğunun belirlenmesi, iştah durumu (iştah artışı ve azalması) yeme alışkanlığı ve diyetin içeriği, egzersiz alışkanlığı, sindirim sistemine ait şikayetlerinin (bulantı,kusma,kabızlık,ishal,dışkıda kanama,karın ağrısı) olup olmadığı, endişe,korku ve depresyon bulgularının varlığı  ve ilaç kullanımı mutlaka sorgulanmalıdır.

İstenmeyen kilo kaybının önemi:

Yaşlılarda kilo kaybı yakınması %25  mortaliteye (ölüm hızı) sahiptir. Kabaca şöyle bir anlam içerir; istenmeyen kilo kaybı olan dört yaşlının birinde ölümcül hastalık vardır. Bunların başında Akciğer ve Sindirim sistemi kanserleri gelir. Ayrıca yaşlılarda görülen depresyon, kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği de kilo kaybına sebebiyet verir.

Daha genç bireylerde ise  kilo kaybına sebep olan hastalıklar arasında Diyabet(şeker hastalığı), Tirotoksikoz ( tiroid hormonlarının fazla üretimi), yeme bozuklukları (anorexia v.b) içeren psikiyatrik hastalıkları, AİDS  gibi enfeksiyon hastalıkları ilk sıralarda yer almaktadır.

İSTENMEYEN KİLO KAYBIKilo kaybı sebepleri;

  • Kanserler: ( en sık Akciğer ve sindirim sistemi (yemek borusu,yutak, mide, kalın barsak,pankreas kanserleri),yumurtalık kanserleri,lenfomalar)

 

  • Hormonal ve metabolik hastalıklar;

DİYABET : (Şeker hastalığı)

Feokromasitoma: (böbrek üstü bezinin tümörleri)

Adison hastalığı 🙁 böbrek üstü bezinin yetersizliği)

  • Sindirim sistemi bozuklukları; (malabsorbsiyon, barsak tıkanıklığı ,celiac hastalığı pernisiyoz anemi)
  • Kalp yetersizliği
  • Solunum sistemi hastalıkları : (amfizem,KOAH)
  • Böbrek yetersizliği
  • Romatolojik hastalıklar:( Lupus,Vaskulitler)
  • Enfeksiyon hastalıkları: ( HIV (AIDS),Tüberkülöz, Bağırsak parazitleri,Bakteriyel kalp kapak enfeksiyonları)
  • İlaçlar; (Antibiyotikler, Antidepresanlar,Diyabet ve hipertansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar)
  • Ağız ve dişler nedeniyle olan yeme bozuklukları : (az gıda alımı)
  • Nörolojik hastalıklar: (inme,Parkinson,Demans)
  • Ekonomik zorluklar
  • Psikiyatrik ve davranışsal bozukluklar: (Depresyon,Anksiyete,Alkolizm,yeme bozuklukları,Aşırı egzersiz ve fiziksel aktivite
  • İdiopatik:(sebebi bilinmeyen)

 

İstenmeyen kilo kaybı dikkatli bir öykü ve muayene sonrası ilk  basamak laboratuvar testleri ile değerlendirilmelidir:

  • Tam kan sayımı , Sedimentasyon
  • İdrar tahlili
  • Biyokimyasal testler(karaciğer,böbrek fonksiyon testleri, kan elektrolitleri, kanşekeri)
  • TSH
  • Riskli bireylerde HIV testi
  • Akciğer grafisi
  • Gaytada(dışkıda) gizli kan

İlk basamak tetkiklerle açıklanamayan kilo kaybı daha detaylı araştırmalar gerektirir.

Muayene ve laboratuvar testleri ile kilo kaybı olan hastaların %75 ‘inde buna sebep olan hastalık saptanır.Kalan %25 hastada çok detaylı incelemeye rağmen sebep bulunamayabilir.Bu hastaların düzenli takipleri (en geç 6 ay ara ile ) ve zamanla ilave olan diğer belirtiler de dikkate alınarak gözlem altında tutulmaları ihmal edilmemelidir.

HİPERTANSİYON

HİPERTANSİYONKan basıncı( tansiyon), kalpten pompalanan kanın damar duvarlarına çarpma gücü olarak tanımlanır.Kalp dakikada ortalama 60-80 kez kasılarak kanı vücuda pompalar.Bu kasılma sırasında tansiyon en yüksek seviyeye çıkar. Bu seviye büyük tansiyon(sistolik kan basıncı), kasılmalar arası dönemdeki tansiyon değeri  ise küçük tansiyon(diyastolik kan basıncı) olarak tanımlanır .

Kan basıncı uyku ve istirahat halinde düşebilir,sinirli heyecanlı olduğumuzda ve efor sarf ettiğimizde artabilir.

HİPERTANSİYON,    farklı zamanlarda yapılan üç ölçümde,

Sistolik kan basıncının(büyük tansiyon) 140 mmhg ve üstü  ve veya

Diastolik kan basıncının(küçük tansiyon) 90  mmhg  ve üstü  olmasıdır .

Şiddet derecelerine göre hipertansiyon sınıflandırılması yapılmıştır:

  • Sistolik kan basıncı 120 mmhg ve altında olan, diyastolik kan basıncı 80 mmhg ve altında olan bireyler normal kan basıncına sahip kabul edilir.
  • Sistolik kan basıncının 120-139 mmhg ve veya diyastolik kan basıncının 80-89 mmhg arasında olması  PREHİPERTANSİYON olup bu kişiler  hipertansiyon adayı kabul edilirler.
  • Evre -1 Hipertansiyon : Sistolik kan basıncının 140-159 mmhg ve  veya diyastolik kan basıncının 90-99 mmhg arasında olmasıdır.
  • Evre-2 Hipertansiyon : Sistolik kan basıncının 160 mmhg ve üstü ,ve  veya  diyastolik kan basıncının 100 mmhg ve üstü saptanması dır.

HİPERTANSİYONHipertansiyon erişkinlerde %10-20 sıklıkta görülen en önemli sağlık sorunlarından birisidir.20 yaş altında az görülür ve genellikle de  altta yatan doğuştan damarsal anomaliler veya  böbrek hastalıkları zemininde ortaya çıkar. Hastalık genellikle 30-60 yaş arasında ortaya çıkar  ve  erkeklerde kadınlara göre daha sık görülür.Hipertansiyon  , asya ve Amerika yerlileri ve  beyazlarla karşılaştırıldığında siyahlarda daha fazla görülmekte ve daha erken yaşlarda ortaya çıkmaktadır.

Aşağıdaki risk faktörleri varlığında hipertansiyon riski artmaktadır:

  • Düşük sosyoekonomik toplumda yaşamak
  • Aşırı tuz tüketimi
  • Stres
  • İleri yaş
  • Şeker hastalığı varlığı
  • Kan yağları ve kolesterol yüksekliği
  • Ailede hipertansiyon varlığı ( özellikle birinci derece akrabalarda hipertansiyon olması)
  • Şişmanlık
  • Sigara ve aşırı alkol tüketimi

 

Hipertansiyon neden oluşmaktadır?

Hipertansiyonlu hastaların %90 ında altta yatan bir sebep saptanmamaktadır.Bu grup ESANSİYEL HİPERTANSİYON  olarak sınıflandırılır .sebebi bilinmeyen yüksek tansiyon olarak  da  tanımlanmaktadır.

Fakat  son çalışmalar, esansiyel hipertansiyonun insülin direnci ve şeker metabolizmasında bozukluk ile  alakalı olduğunu göstermektedir.Artmış insülinin damar düz kaslarında ve bağ dokusunda artışa yol açtığı ve kan yağlarını kötüleştirerek hipertansiyonu tetiklediği saptanmıştır.

 

Hipertansiyonlu bireylerin %10 unda tansiyonu yükselten başka rahatsızlıklar saptanmaktadır.Bu grup SEKONDER HİPERTANSİYON olup altta  yatan hastalık tedavi edildiğinde tansiyon değerleri de normalleşmektedir:

  • Böbrek damarlarında darlık ve dolaşım bozuklukları
  • Böbrek kistleri ve böbrek dokusuna ait  hastalıklar
  • Adrenal(Böbreküstü )bezlerinin aşırı çalışması
  • Tiroid bezi hastalıkları
  • Paratiroid bezi hastalıkları ve kalsiyum metabolizma bozuklukları
  • Büyüme hormonu fazlalığı
  • Aort koarktasyonu
  • İlaçlar: Öströjen içeriği yüksek doğum kontrol hapları,Kortizonlu ilaçlar,Romatizma tedavisinde kullanılan ağrı kesici ilaçlar,soğuk algınlıklarında kullanılan dekonjestanlar,bazı antibiyotikler

Hipertansiyonlu hastalarda belirtiler:

Hafif hipertansiyonu olan hastaların çoğunluğunun hiçbir şikayeti yoktur.Bunun yanı sıra baş  ağrısı, burun kanaması, çarpıntı, terleme halsizlik yakınması ile de hekime başvurulmaktadır.Kimi zaman da  hastalar organ hasarı (görme kaybı,kalp krizi, kalp yetersizliği,böbrekyetmezliği )oluştuğunda  doktora  başvurmaktadırlar.

HİPERTANSİYON,kalp ve damar hastalıklarında değiştirilebilen en önemli risk faktörüdür.Tedavi edilmezse miyokard enfarktüsü, kalp yetersizliği, ritm bozuklukları,beyin kanaması, inme, görme kaybı ve böbrek yetersizliğine yol açarak ölüme sebebiyet vermektedir.

Unutulmaması gereken bir ayrıntı da hipertansiyon tedavisinin bireye özel yapılması gerekliliğidir.Her hastanın yaşı,eşlik eden hastalıkları,alerji durumu, egsersiz alışkanlığı, şeker hastalığı riski, kan yağları, böbrek ve karaciğer fonksiyonları ,göz muayenesi ve elektrokardiyografik incelemeleri yapılarak tedavisi düzenlenmelidir.

 

HASHİMATO TİPİ TİROİD HASTALIĞI

Günümüzde oldukça yaygın görülen tiroid hastalıkları birçok alt grupta incelenmektedir

HASHİMATO TİPİ TİROİD HASTALIĞIHashimato tipi tiroid hastalığı ( tıp dilinde Hashimato  tiroidit ) kronik bir tiroid  bezi iltihabı nedeniyle ortaya çıkar. İlk kez 1912’de DR. HAKARU HASHİMATO tarafından tanımlanmıştır. Hastalık genellikle 30-50 yaş arası bayanlarda çok daha sık görülmekle birlikte daha az sıklıkta erkeklerde, çocuk ve gençlerde de görülebilmektedir.  Tiroid bezinin ağrısız büyümesi (guatr) ve genellikle tiroid bezinin normalden daha az işlev görmesi (hipotiroidizm) ile hastalık kendisini gösterir. Tiroid bezi büyümeden de (guatrsız) hashimato hastalığı ortaya çıkabilmektedir.

 

Hastalık nasıl oluşmaktadır?

Normalde kendi tiroid dokusuna karşı herhangi bir tepki vermeyen bağışıklık sistemi, hashimato hastalığında genetik ve bazı çevresel faktörlerin etkisiyle harekete geçerek tiroid bezinde iltihap ve tahribat meydana getirir. Yakın akrabalarında tiroid hastalığı bulunan bireylerin, sigara içimi, selenyum eksikliği, aşırı iyot alımı (iyotlu öksürük şurupları, aşırı tuz tüketimi, kelp tabletlerinin kullanımı), Lityum tedavisi, amiodaron  ilacının kullanımı,  bazı Viral enfeksiyonlar gibi çevresel  faktörlerle  maruz kalması ile bağışıklık sistemleri  harekete geçerek hashimato tipi tiroid hastalığını ortaya çıkarır. Pek çok hastanın kanında tiroid bezine karşı antikorlar (TPO, TG) ortaya çıkar. Bu antikorların (özellikle TPO) saptanması hastalığın teşhisinde çok anlamlıdır.

Hastalar başka bir hastalık nedeniyle muayene olurken tesadüfen saptanabileceği gibi bazen boyunda rahatsızlık, dolgunluk hissi, elle yoklarken bazen büyümüş olduğunun fark edilmesi ya da dışından görülebilecek kadar bezin büyümesi sonucu da hekime başvuruda tespiti mümkün olabilmektedir.

HASHİMATO TİPİ TİROİD HASTALIĞI   Hastalığın doğal seyri ve belirtileri:

Yavaş seyirli bir hastalık olan Hashimato tiroditi, hastalığın erken döneminde belirti vermez. Bu dönemlerde kandaki tiroid  hormon değerleri normaldir. Zamanla tiroid bezi iltihabı arttıkça, tiroid bezi az çalışmaya başlar ve kandaki hormon seviyeleri azalır. Tiroid hormonu eksikliğinde vücuttaki tüm dokular etkilenir. Bu nedenle çok fazla şikayete sebep olur:

  • Çabuk yorulma
  • Soğuğa tahammülsüzlük
  • Kilo alımı ya da kilo verememe
  • Kabızlık
  • Saç dökülmesi, ciltte kuruma
  • Regl düzensizlikleri, kısırlık (infertilite)
  • Erkeklerde cinsel isteksizlik ve yetersizlik
  • Kas krampları
  • Konsantrasyon güçlüğü
  • Unutkanlık
  • Depresyon
  • Aşırı uyuma

Ancak, bezin işlevlerinin çok fazla kaybolmadığı erken evrelerde bu belirtiler çok daha siliktir ve bazen hastalarda bu belirtiler olmayabilir. Bu sebeple hipotiroidizmin erken saptanması için bazı bireylere tarama önerilmektedir:

  • Yeni doğan
  • 65 yaş üstü bayanlar (bu yaş grubundaki bayanlarda %20 sıklıkta görülmektedir)
  • Hamilelik ve postpartum (lohusalık) dönem
  • Diyabetli (şeker hastalığı) bireyler
  • Osteoporoz (kemik erimesi)saptananlar
  • İnfertilite (kısırlık) nedeniyle takip edilen bireyler
  • Kan yağlarında ve kolesterolde yükseklik (Dislipidemi) saptananlar
  • Kalpte ritim bozuklukları saptananlar
  • 35 yaştan sonra her beş yılda bir (özellikle bayanlar)

Hipotiroidi için  tarama: Kanda TİROİD HORMON SEVİYELERİNİN ÖLÇÜMÜ (TSH ve ST4(serbest T4) ile yapılmaktadır.

        HASHİMATO TİROİDİTİ VE KANSER

Bazı araştırmalarda Hashimato tiroiditi olan bireylerde, olmayanlara göre daha fazla sıklıkta tiroid kanseri geliştiğine dair bulgular ortaya konmuştur. İyot alımının aşırı olması Hashimato hastalığına zemin hazırladığı gibi, bazı tip tiroid kanserine de zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple Hashimato tip tiroid  hastalığının takip ve tedavisi esnasında oluşan tiroid yumrularının kanser açısından mutlaka ultrasonografi ve gereğinde (hekim önerisiyle) iğne biyopsisi ile dikkatlice değerlendirilmeleri gerekir.

   Tedavi: Hashimato tipi tiroid hastalığı kronik bir hastalık olup kendi kendisine düzelme ihtimali son derece zayıftır. Hastalar genellikle ömür boyu tedavi altında kalırlar ve izlenirler.

DİYABET (ŞEKER HASTALIĞI)

Küresel ölümlerin dördüncü önemli nedeni olan DİYABET (Şeker Hastalığı), ne yazık ki kişilerin çok önemsemediği, hatta hasta olduğu halde farkında bile olmadığı bir rahatsızlıktır. Şeker hastalarının %50’si sağlık durumlarının farkında değiller. Eğitim ve bilinçlendirme için; 14 Kasım Dünya Diyabet Günü olarak tüm dünyada  çeşitli etkinliklerle yürütülmektedir.

DİYABET (ŞEKER HASTALIĞI)DİYABET insülin salgılanmasında azalma ve/veya insülin etkisinin yetersizliğiyle oluşan, kan şekerinde yükselme ile birlikte ortaya çıkan, ilerleyici, sürekli tıbbi bakım gerektiren metabolik hastalıklar topluluğudur.

SINIFLANDIRMA;

Tüm diyabetlilerin; %80-90’ını Tip II diyabet,

Tüm diyabetlilerin; %5-15’unu Tip I diyabet oluşturur.

Ayrıca gestasyonel (gebelikte oluşan) diyabet ve bazı endokrinolojik hastalıkların seyrinde ve ilaç kullanımı ile oluşan diyabet tipleri de mevcuttur.

Diyabet, vücudumuzda pankreas bezinin insülin salgılamasında bozukluk oluşması ile ortaya çıkar. İnsülin, insan vücudunda oluşan metabolik değişikliklerden sorumlu temel hormonlardan biridir. İnsülin, gıda alımı olmadan, ya da gıda alımına pankreasın yanıtı olarak salgılanır. Gıda ile alınan glikozun(şeker) karaciğerde yağ ve glikojen, kaslarda protein ve glikojen, yağ dokusunda trigliserit şeklinde depolanmasına neden olur. İnsülin salgılanması bozulduğunda ya da var olan insülin görev yapamadığında (insülin direnci) kandaki glikoz dokularda glikojen, protein, trigliserit  formuna  dönüşemez. Bu da kanda şeker miktarını yükselterek hastalığın belirtilerini ortaya çıkarır.

Şeker hastalığı çok su içme, idrarda artma, kilo kaybı gibi gürültülü bir tabloda ortaya çıkabileceği gibi tamamen sinsi de olabilmektedir. Özellikle TİP II DİYABET başlangıçta hiçbir belirti vermez ve hastaların yarısı hastalığın sebep olduğu organ hasarları  kalp damar hastalıkları (enfarktüs,kalp yetersizliği),felç(inme), görme kaybı, böbrek hastalığı, ayak yaraları, dolaşım bozuklukları ortaya çıkınca hekime gelirler.

TİP I DİYABET; Çocukluk çağındaki kronik hastalıklar arasında ilk sırada yer alır. Dünyada çocuk yaş grubu içinde görülme sıklığı %0,02’dir.

Tip I diyabet, pankreasta insülin salgılayan adacık hücrelerinin hasar görmesi sonucu insülinin azalması, yetersizliği ile kan şekeri yükselmesi ile oluşur. Bu tip diyabet kuzey Avrupa ülkelerinde sık görülmektedir. Viral enfeksiyonlar, nitrozaminler pankreasta adacık hücre hasarını hızlandırarak Tip I diyabeti ortaya çıkarmaktadır. 40 yaş üstü doğuran annelerin çocuklarında Tip I diyabet riski 3 kat artmıştır.

Ailevi yatkınlık TİP II Diyabete göre daha az olup %12-15’tir.

TİP II DİYABET; Daha çok orta ve ileri yaşlarda görülen, gelişmiş ülkelerde görme sıklığı % 10’a kadar çıkan, dünyada hızla artan en yaygın görülen metabolik hastalıktır.

Yaş, cinsiyet (kadınlarda daha sık) kilo artışı-şişmanlık, fiziksel aktivite azlığı, düşük posalı doymuş yağlardan zengin beslenme, öğün atlama şeker hastalığının oluşumunu hızlandıran sebeplerdir. Ayrıca ailede diyabet varlığı, kişide Hipertansiyon, Hiperligidemi (yüksek kolesterol) bulunması, gebelikte şeker hastalığı saptanması ve düşük doğum ağırlığı Tip II Diyabet açısından yüksek risk oluşturmaktadır.

Kimler Şeker Hastalığı açısından taranmalıdırlar?

  • 45 yaş üstü tüm bireyler özellikle (beden kitle indexi) BMI > 25 olanlar
  • BMI >25 olup aşağıdaki risk faktörlerinin varlığında tarama daha erken yaşlarda önerilmektedir.
  • Fiziksel inaktivite,
  • Birinci derece akrabalarında şeker hastalığı olanlar,
  • İri bebek doğuranlar, gebelikte şekeri yükselen kişiler,
  • Hipertansiyon (yüksek tansiyon) hastalığı olanlar,
  • HDL kolesterol < 35 mg/dl ve Trigliserit > 150 mg/dl olanlar,
  • Polikistik over sendromu ( yumurtalık kisti),
  • Daha önce açlık şekeri 100 mg/dl’den yüksek,125 mg/dl’ ten az olan saptananlar,
  • Damar hastalığı geçirenler,
  • Şizofreni hastaları.

Şeker Hastalığı Tanı Kriterleri:

  • 2 ölçümde açlık glikozu (şeker) 126 mg/dl ve üstü olan bireyler,
  • Çok su içme, idrar yapma, kilo kaybı semptomları varlığında rastgele ölçülen şeker değeri 200mg/dl ve üstü olan bireyler,
  • Şeker yükleme testi ( oral glikoz tolerans testi) sırasında 2. Saatteki ölçüm 200mg/dl ve üstü olan bireyler diyabetli (şeker hastası) olarak kabul edilirler.

Diyabet hastalığı tedavisiz bırakılması ve hedef kan şekeri değerinin sağlanamaması durumunda akut olarak (şeker komasına)ketoasidoza  ya da kronik  olarak kalp hastalıkları, damar sertliği (ateroskleroz),körlük ve diğer görme sorunları, böbrek yetmezliği, felç, sinir sistemi bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, bunama(demans),ayak yaraları sonucu uzuv kayıplarına sebep olmaktadır.

Bu kadar ağır sonuçlara sebep olan böyle bir hastalıkta erken tanı çok önemlidir. Son yıllarda PREDİYABET denilen bir klinik tablo tanımlanmıştır. Şeker regülasyonunun bozulduğu, diyabet öncesi dönem olup kalp damar hastalıkları için risktir.  100mg/dl < açlık glikozu <125mg/dl olan bireyler, OGTT  (şeker yüklemesi) sonucu 2. Saatte kan glikozu 140-199 mg/dl arası olan bireyler prediyabetik dönemdedir.

DİYABET (ŞEKER HASTALIĞI)Diyabet Önlenebilirmi?

Çin’de ve Finlandiya’da yapılan araştırmalarda PREDİYABETİ olan kişilerde programlı egzersiz ve kalori kısıtlaması ile TİP II DİYABET görülme sıklığında %40- 58 azalma saptanmıştır.

Prediyabetli bireylerin uygun diyet ve egzersiz programı almaları ve hekim kontrolünde olmaları gereklidir.

2003 yılı verilerine göre dünyada diyabetli hasta sayısı 194 milyon iken, 2025’te 333 milyon olması beklenmektedir. Ayrıca prediyabetli hasta 2003’te 314 milyon iken 2025’te 472 milyon olması beklenmektedir.

Türkiye’de TİP II  DİYABET görülme sıklığı %7,2, glikoz tolerans bozukluğu görülme sıklığı %6,7. Ülkemizde yaşayan diyabetli bireylerin %32’si hastalığının farkında olmadan yaşamaktadır.